4 Ekim 2012 Perşembe



   Kış günü sabahın köründe Haydarpaşa'da trenden inip elimde valizim vapuru yakalamak için koşmayı, yakaladıktan sonra sırf kış olduğundan kimsenin oturmak istemediği vapurun ıssız açık kısmında oturmayı, kulağımda sevdiğim sakin müziğimle vapurun köpüklerini izlemeyi, İstanbul hasretimi gidermeyi özledim.
  Şu kareyi bir kaç gündür görmeyen kalmamıştır sanırım. Savaşın tanımını yapabilen en net kare. Savaşı ve o yıkıcı yok edeci yönünü, sadece savaşanı değil ardındakileri de öldürdüğünü o kadar masumca anlatmış ki bu fotoğraf, savaş için söylenebilecek tüm kelimeleri yetersiz kılmış.
   Eşsiz bir kadın, babasız bir çocuk. Babasını rol model olarak alan çocuğun asker duruşu. Oğlunun elini tutmayı unutan belki de o da asker olur da bırakıp gider diye tutmaya korkan kadının kocasından kalan, onu en çok simgeleyen objeye tutunması. Somut bir varlığın ona verdiği güç.
   Hiç bir kelime bu fotoğraftan sonra savaşı tam olarak tanımlayamaz artık.

3 Ekim 2012 Çarşamba


   Dün yine herhangi bir zamanki gibi arkadaşımla buluştum taksimde. Bir kaç gün önce bir sürprizim var demişti ama aklıma nerden gelsin. Uzun zamandır sürekli gidelim diye konuşuyor ama derslerin başlama zamanına denk geldiği için bir türlü gidemiyorduk tiyatroya. E artık mezun statüsüne ve buna ek olarak işsiz sıfatına sahip olduğumuzdan bu sefer gidebildik. startı da Küçüksahne'de verdik.

  Oyuna gelince; premier olduğunu bilmiyordum ama ünlü birkaç oyuncu görünce acaba dedim, oyun sonunda da tüm ekibin sahneye çıkmasıyla da öğrenmiş oldum. Genel olarak diyeceğim şudur ki; oyunculuklar iyiydi. Bir oyuncunun birkaç karakter olması ve bu karakter geçişlerinin hızlı olmasına rağmen oyuncuların rolünün hakkını vermesi takdir edilesi. Oyunun özellikle "ben" üzerine çelişkilerin yaşandığı monolog kısmı çok iyiydi. Gidiniz izleyiniz.